Anlam Peşinde (29.05.2011)
Kimse idrak etmedi ma’nasını da’vamızın
Biz dahi hayranıyız da’vayı bi-ma’namızın.
(Hüseyin Avni Bey, ö.1883)
Uzak yollardan gelen kervanların üzerinde dudakları sıcaktan çatlamış, başı sarıklı, gözleri daim sıkılmış bir halde ve kahve telvesine benzer parlak yanık teninin gürültüsünden tanıdım onu. Beklediğim bilge kişi gelmişti. Aylardır hayır hayır, yıllardır bekliyordum onu. Heybemde azığım kalmamıştı. çölde yolcusunu bekleyenler gibi acziyet içinde çaresiz gelmesini bekliyordum. Açtım.Açıktım.İçimde patlamaya hazır volkanlar gibi biriktirdiklerim içimi yakarken dışardan esen sam yeli ciğerlerimi bitap düşürmüştü. Önce kokusu gelmişti , kokusundan tanıdım onu ekmeğe, mushafa ve şaraba benzer kokusundan tanımıştım onu. Sam yeli beni sarıp sarmalarken , kundaklanmış bir bebeğin çaresizliğiyle ya da kefeninden çıkmak isteyen bir ruhun acizliğiyle yırtmaya çalışıyordum sarıp sarmalamalarını, sabitleyen rüzgarın gücüne ona mukavemet göstermek zor. Bu itiş kalkış arasında ciğerlerimden beynime giden bir yol bulmuştu rüzgar…
Koku, bilg(i)ye benzeyen, bilg(e)yi çağrıştıran bir kelime. Kokularda bilgi gibi bilge gibi yok edilemez sadece daha güçlüleriyle bastırılabilir. Sam yeli böyle bir koku, öncekileri unutturan daha güçlü kanıtlar getiren ve sorduğum sorulara daha anlamlı cevaplar alabildiğim bir bilge. Var-oluşa ait sorularımı unutturup Var-kalmaya azmimi pekiştiren bir zamk olmuştu sam yeli. Hasbihal etmeğe başladık, heyecandan ağzım kuruyor ,nefesim kesilecek gibi oluyordu. Sonra tüm gücümü toplayarak soru verdim. ‘’Esrarı… Yaşamın esrarı nedir?’’ . Sıcak gözlerini daha çok kısarak cevap verdi. ‘’ Esrarı çözmek için bizim de Esrara girmemiz lazım’’ . Anlamamıştım. Söylediği kelimeler hecelere ayrılıyor ve her biri ayrı ayrı kokulara dönüşüyordu. Etraf misk-ü anber kokularıyla başımı döndürürken hiçbir şey anlamıyordum. Hayranı olduğum yollarını beklediğimin heceleri kokuya dönüşüp beni afyonlayan heyulaya dönüşüyordu. Halinden memnun, esrarı anlamak için esrarlanmış bir zihinle oturduğum çöl kumlarına yere kendimi daha çok bıraktım. Kumlarla bir olduğum bilincine vardığımda.Sayısız kum tanesi olduğumu anladım. sonra her bir tanesinin kızıl denizi dolduran yavru balıklara dönüştüğünü Cebel-i Ruhban dağına çıkarken mola verdiğim o çınarın altında bedenime yayılan ve şaşkınlık yaratan bir deniz meltemi hissettiğimdeki sevincin aynını yaşadım. Ve sonra tropikal yağmurlar taşıyan rüzgarlar hissetmiştim. Tüm bunlar olup biterken etrafın sel olduğunu şaşkınlıkla gördüm. Ve çok ileride iki kayık…
Sevgili kardeşim,**
Nedir bizim bu hayatımız? Sadece denizde yüzen bir kayık değil mi? Ve kesin olan bir şey varsa o da bu kayığın günün birinde ters yüz olup batacağıdır. İşte biz birbirine vefakarca komşuluk etmiş olan iki eski kayığız ve sen daima beni ters yüz olup batmaktan kurtarmak için elinden gelenin en iyisini yaptın! O zaman hadi devam edelim seferimize -birbirimizin hatırına uzun çok uzun bir zaman için. Biz birbirimizi çok özlemeliyiz!
Sakin bir deniz, elverişli rüzgarlar ve herşeyden önce hep güneşli bir hava -kendim için ne istiyorsam senin için de onu istiyorum ve kusuruma bakma sana olan minnettarlığımı yalnızca böyle bir dilekle ifade edebiliyorum; ama heyhat! böyle bir dileğin ne rüzgara ne de havaya bir etkisi olacak!
**Nietzsche'den Franz Overbeck'e (14 Kasım 1881)
Her daim umutla..Cengiz Cengisiz,Dr