Turk PDR (Filiz Çapar Şahin)
http://www.turkpdr.com/corner-post.php?ss=12713&w=duyu-fukaraligi-223

Duyu Fukaralığı (21.11.2012)


Beni doğrulayan kitaplarla karşılaştığımda nasıl rahatlıyorum, siz benden daha iyi bilirsiniz. Bu duygu, bu rahatlama herkese bir nebze tanıdık geliyordur. Hiç bilmediğim bir ülkede, dilini bilmediğim insanların arasından birinin çıkıp da bana “Merhaba!” demesi gibi yüreğime sular serpiliyor duygudaş satırları benliğime  sindirirken. Böyle bir dostla yollarımız kesişti bir zaman önce. İlgimi çekti rafta,  arkasını çevirip baktım bayağı pahalı. Hepi topu seksen dokuz sayfalık bir kitap… Yirmi dört lira, elli kuruş…Ama alamadım diye de içim çizildi. Hatta rüyalarıma girdi desem abartmış olmam. Biraz sonlarda da yer alsa,  alınacak listeme yazdım adını. Bütçesi kısıtlı bir insan olduğumdan uzun bir alınacaklar listem olur her zaman, sıranın ona gelmesi bir hayli zaman alacaktı büyük bir şok yaşamasaydım.  Kitapçı ziyaretlerimin bir tanesinde onu yerinde göremeyince içim çizildi, bir tuhaf oldum.  Sevgilisinin hasretiyle yıllarca yanmış tutuşmuş, ona kavuşmuş ve sonra da başlık parasını ödeyemediği için onu başkalarına kaptırmış derbeder bir aşık gibi hissettim kendimi yerinde yeller estiğini görünce. Derhal kolları sıvadım, yayınevinin ve yazarının isimlerini bulup sipariş verdim.  Sağ olsun arkadaşlar üç gün içinde kitabı avucumun içine koyuverdiler. Tabii o kadar parayı saydıktan sonra. Hatta onlar bile liste fiyatına inanamadılar da tekrar tekrar “Hocam bir yanlışlık var mı?” diye kontrol ettiler önce.



         Bir solukta okuyayım dedim. Nerde? İnsan yıllarca diline doladıklarını, dünyanın önde gelen mimarlık kuramcılarının birinin aynı şekilde ele aldığını görünce öyle bir çırpıda okuyamıyor işte. Kitabın neden o kadar kısa tutulduğunu ilk beş sayfada anlıyorsunuz zaten. Dedim ya, kendimi doğrulayan kitap diye, yazarı Juhanni Pallasma, insanlığın görme duyusunun hegemonyası altında nasıl ezildiğini çarpıcı örneklerle anlatıyor. Anlattıkça anlıyorsunuz ki insan bu duyuya ağarlık verildiği için kendini küçük hissediyor. Bilhassa da dönemin aydın kabul edilen filozoflarının parlak sözleriyle görme duyusunu insanlara nasıl dayattığına işaret ediyor. Malum sonuç,  bütün insanlık belli bir grubun avuçları içinde.  En çok kullandığımız ve kullanırken de etki altına alınabildiğimiz duyumuz görme duyumuzmuş. Onu da çok etkili kullanamıyormuşuz. Nesneleri odaklanarak, kendi içimizden görüyormuşuz, yani kendi iç dünyamızla, yargılarımızla, görmek istediğimiz gibi. Bu yargıların da başkaları tarafından kafamıza sokulduğunu hesaba katarsak, onlar nasıl algılamamızı istiyorsa, o şekilde. Bulunduğumuz ortamla uyum sağlayarak, bir bütün olarak değil. Biz de derler ya “At gözlükleriyle” işte onun gibi bir şey. Sanırım biraz da bakmak ve görmek arasındaki fark. Demek ki bizi görsellik sayesinde kolaylıkla avlayabiliyorlar. Doğar doğmaz hareketli bir cismin ardına düşen ördek yavruları gibi paytak paytak olur olmaz şeylerin peşine bunun için takılıyoruz.



         Duyu eksiği olan yaratıklarmışız kısacası. Sıralamada görme duyusunu öne çıkardığımız için dostlar alışverişte mantığını ne güzel yerleştirmişiz kafamıza. Oysa bundan yüzlerce, binlerce yıl öncesinde duyular listesinde dokunma duyusu birinci sıradaymış. Belki de bunun için biraz daha doğaya saygı duyup onu kendi parçamız gibi algılıyorduk. Bu konuda yazar şunları aktarıyor: “ Görme de dahil olmak üzere tüm duyular dokunma duyusunun uzantılarıdır; duyular ten dokusunun özelleşmiş halleridir ve tüm duyusal deneyimler birer dokunma kipidir ve böylece dokunsallıkla ilintilidir. Dünyayla temasımız, bizi sarmalayan zarın özelleşmiş kısımları aracılığıyla, kendiliğin sınır hattında gerçekleşir.”



         Bunun dışında yeni yeni duyuları bulan bilim adamları olduğunu da biliyoruz artık. Neredeyse sayısını ona çıkardılar. Biz daha beşini tam anlamıyla kullanamıyoruz , bundan sonrasını ne yapacağız bilemiyorum. Etkinleştiremediğimiz bunca duyuya ek duyu yapacaklar, bari kullanma kılavuzlarını da geliştirseler. Ne de olsa yaslamışız sırtımızı görme duyumuzun yüzde ellisine geçinip gidiyoruz. Hele hele tenimizle dünyayı algılama fikri bize çok uzak. Bizden söylemesi, “Tenin Gözleri” kitabının yalancısıyız efenim.



 UTLREYA…



Turk PDR (Filiz Çapar Şahin)
http://www.turkpdr.com/corner-post.php?ss=12713&w=duyu-fukaraligi-223