İçimizdeki Terapistler (03.03.2011)
Edebiyat dünyasında beni en çok şaşırtan durumlardan birisi, kitap okuma azlığından dem vurulan bir ülkede yazmaya meraklı insanların çokluğudur.Yazmaya yeni başlayan, yazmak için can atan, yaratıcı yazarlık atölyelerinin kapısını aşındıran kişi sayısı o denli çok ki insan “Acaba Niçin Yazıyorlar?”diye sormadan edemiyor.
Edebiyat dünyasında yazıya tutkun insanların arasında ilk olarak şunu fark etmişimdir: yazar olmak isteyenlerin büyük çoğunluğu, kolayca meşhur olmanın yollarını arıyor. Kitapları kısa zamanda çok satıp bir süre sonra adlarını unuttuğumuz sözde yazarlara özenen kesim bir hayli fazla. Ne yazık ki bu arkadaşlarımızın hemen hemen hepsi de yazmanın değil belki ama gerçekten bir yazar olmanın sandıklarından çok daha ciddi bir iş olduğunu anladıklarında kendilerini kanıtlayabilecekleri daha farklı alanlara yöneliyorlar.
Yazmayı ya da edebiyatı bir sanat ya da aktarım aracının dışında görenler, onu kimi kişisel sorunlarının çözümü için kullanabiliyorlar. Mesela kendisine yapılanları yazıp, yazdıklarını çok okutarak birilerine acı çektirmek isteyenler, yazmayı bir intikam aracı olarak görüyor. Bazen bu intikam direk hayatın kendisine yöneliyor. Hayatın yaptıklarına ya da kendisinden aldıklarına karşı yazarak dimdik ayakta durabildiklerini kanıtlamak istiyorlar.
Yazı kimisi için intikamın adı, kimisi için tutunacak bir dal, kimisi için ünlü olma yolu, kimisi için iş kapısı… Yazmanın nedenleri kimi yerde uçlara varan bir çeşitlilikte uzanıyor.
Oysa ünlü olma, kolay yoldan tanınma ya da çok okunacak kitaplar bastırıp çok satma hayalleriyle yazının bir boşalım aracı olarak görülmesi bir kenara bırakılırsa yazın yolunda önemli aşamalar kaydetmiş birçok yazarımızın ”Niçin Yazıyorsun?” sorusuna vereceği çok ciddi yanıtlar olduğunu görebiliriz.
Bu yanıtlar incelendiğinde şunu fark etmek olası: gerçek yazarlar, yazmak ile kendini aramak ve kendini gerçekleştirmek arasında bir bağlantı kuruyorlar.
Yazmak onlar için kimi zaman taşmak…
Bazen yaşanmayan bir dünyanın ne kadar gerçekçi olduğunu anlamaya çalışmak…
Ya da
Öfkeyi dışa vurmak, acıyı azaltmak, geçmişle yüzleşmek, tamamlanmamış işlerle hesaplaşmak…
Sözün ötesinde kalanları aramak… Kendini aramak. Kendini anlamak, anlatmak…
Sanatın ve edebiyatın bir kendini gerçekleştirme aracı olduğu kesin. Ancak sanat ve edebiyatın dışında kalan bir yazmak eylemi de gerçekten bir tutku haline geldiğinde birey için tam tamına bir terapi aracı olabiliyor. Aslında bu terapinin en güzel örneği özellikle ergenlik döneminde tutulan günlükler. Ergen gençler, özellikle de kızlar, günlük tutmaya meraklı oluyor. Günlüğü bir aktarım aracı olarak kullanıyorlar: Günlüklerine isim verip, her şeyi onunla paylaşarak içinde bulundukları dönemin çalkantılarını hafifletiyorlar.
“Sevgili günlük,” diye başlayan satırları hayatımızın bir döneminde büyük çoğunluğumuz mutlaka kullanıyor. Bunu yapmaktaki amacımız, yüksek bir ihtimalle, yazar olmak değildi.
Yazıyorduk… çünkü yazarak hafifliyorduk.
Bir öğrencimin “ eskiden günlük tutardım. Bir daha dönüp okumayacağımı bile bile sayfalarca yazardım. Ama artık bir rehber öğretmenim var, şimdi yalnızca anlatıyorum” sözleri zihnimde yer etmiştir.
O günden beri ne zaman bir gencin günlüğünü görsem, günlük tutuğunu öğrensem sevinirim. Çünkü anlatmak ve paylaşmak bir terapi aracıdır…
Yalnızca yazarak bile olsa…
Yasemin ŞENGÖR
Psikolojik Danışman& Mimar