Kim Korkar Evlilikten ? (11.11.2012)
KİM KORKAR EVLİLİKTEN ?
Evlenmek; kimine göre Leyla’nın içinde yaşadığı bir cennet bahçesine kavuşmak, kimine göre ağzına bir parmak bal çalınan adamın kör kütük geçtiği köprünün sonundaki esaret adasında yaşamak , kimine göre de neslin devamını sağlamak-hayatı düzene sokmak-yalnızlığı gidermek gibi durumlardan dolayı eş aramaktır; çoğu zaman neden evlendiğini yıllar sonra anlamaktır.
Kişilerin ekonomik, sosyal, mesleki ve duygusal hayatlarında gerekli olgunluğu yakalamasıyla ortaya çıkan evlilik düşüncesi, toplumun biyopsikososyal döngüsüne katkı sunan en önemli dinamiklerdendir. Bu düşünce, öncelikle kişinin hayatını sonrasında da toplum yapısını derinden etkileyen değişimleri içinde barındırmajtadır. İşte tam bu noktada bazıları hazır olduğunu hissedip evlenmeye niyetlenirken bazıları da ya ertelediğini söylüyor ya da evlenmenin o kadar da iyi bir şey olmadığını ifade ediyor. Evlenmek istememenin kişisel yada toplumsal nedenselliğine baktığımızda birçok farklı durum görmek mümkündür. Ben bunlardan bir tanesi olan “özerkleşme” faktörü üzerine durmak istiyorum.
Özerkleşme; bebeklik döneminde yürümeyle başlayan ve tuvalet alışkanlığı kazandığımız 3-4 yaşlarına kadar devam eden süreçte, dünyayı tanıma ve keşfetme girişimleriyle kendini şekillendiren temel yaşam becerisidir. Sonrasında bu beceri, hayatı bir çok yönden kuşatan kişilik yapısının çekirdeğini oluşturur. Kişilik yapısının çekirdeğinde var olan özerklik kavramının çocuk gelişimindeki aşamaları üzerine araştırmalar yapan Margaret S. Mahler insan yavrusunun gelişimini 3 temel dönemde açıklar;
(0-2 ay) otistik dönem ( Kendi iç dünyasına ve beden algısına dönük olduğu dönem )
(2-6 ay) simbiyotik dönem ( Anneyle karşılıklı beslendiği ve füzyonun olduğu dönem)
(6-36 ay) ayrışma ve bireyleşme dönemi
- Ayrışma denemeleri (6-16 ay)
- Tekrar yakınlaşma (16-20 ay)
- Ayrışma ve bireyleşme (20-32 ay)
İki üç yaşlarından sonra merak duygusuyla dünyayı keşfe çıkan çocuğun belli sınırlar içerisinde dünyayla temas etmesi ve deneyimler yaşamasının desteklenmesi ile devam eden bir süreçtir özerkleşme. Özerkleşme çocuğa tercih yapma hakkı verdiği gibi yapmış olduğu tercihin sonuçlarına katlanma zorunluluğunu da ortaya koyar. Yaptığı davranışların sorumluluğunu üzerine almaya başlayan çocuk büyüdükçe hayatın sorumluluğunu alması gereken yaşa gelir. Artık o büyümüş olgunlaşmış, kendi hayatı adına kararlar veren ve verdiği kararlarla hayatını yaşamak zorunda olan bir insan olmuştur. Özerkleşen ve olgunlaşan kişi özgürce yaşamanın keyfini çıkarırken özgürlüğün bedeli olan sorumluluğun yükünü omuzlarında hissetmektedir.
Yetişkinlik dönemine kadar özerkleşme ve bireyleşmeyi güvenli bağlanma zemininde gerçekleştiren genç yetişkinler anne babasına yeterince bağlıyken, bağımlı durumda değillerdir. Bu durum genç yetişkinle anne babası arasındaki bağların zayıf olduğu ve birbirlerine yeterince destek olmadıkları anlamına gelmez, aksine kendinden ayrıştığını ve farklı bir birey olduğunu kabul eden anneyle çocuğu arasında ciddi bir sevgi ve güven bağı olduğunu fakat varoluşlarını birbirinin üzerine inşa edip işgalci davranmadıklarını gösterir. Çocuğuna yeni ve özgür bir dünya kurmasına izin veren annenin çocuğu da zamanı geldiğinde tüm sorumluluklarını üzerine alıp uygun bir eş tercihi yapacak ve kendi hayat sistemini yeniden yapılandıracaktır. Ailesi onun için çok önemlidir, kendisi de ailesi için çok önemlidir ve hayatlarının sonuna kadar yardımlaşma dayanışma içinde olacaklardır. Çocuklarına temel güven duygusu içerisinde yeterli ilgi ve sevgiyi hissettirdikten sonra onları birey olarak kabul edip iradesine saygı göstermeyi becerebilen aileler, kendilerine bağımlı silik insanlar değil kendi ayakları üzerinde durabilen ve ailesine bağlı olan güçlü insanlar olmalarını sağlamış olurlar.
Özerkleşme sürecinde sorun yaşayan ve otuzlu yaşlarda olmasına rağmen hala annesinin dizinin dibinde oturup kendini “annesinin birtanesi“ olarak tanımlayanlar vardır çevremizde. Annesini, bireyleşme ve özerkleşmesinin önündeki bir engel olarak görmesine rağmen ondan kopacak kadar gücü yoktur. Anne, yere göğe sığdıramadığı oğluna denk bir gelin bulmanın zorluğundan bahsederken, oğlu da annenin yerine koyacak ve anne gibi onu besleyecek bir eş bulmanın imkansız olduğunu düşünür. Bir taraftan çocuğunu evlendirip onun bir aile olmasını isteyen anne bir taraftan da kendinden bağımsız olmasını kabul edemeyecek kadar çocuğuna bağımlıdır. Ayrışma sürecinde annenin gelinle yaşayacağı gerginlikler, annesinin güvenli limanından eşinin limanına yanaşmayı düşünen oğlunun bu aktarımı tam olarak gerçekleştirememesine sebep olacaktır. Bir yandan annesini bırakamadığı için eşi tarafından kendi olamamak ve anakuzusu olmakla suçlanacak diğer taraftan da eşine alışmaya çalışırken kılıbık olduğu, eşinin kontrolünde olduğu gibi ifadelerle eleştirilecektir.
Özerkleşme sürecini sağlıklı bir şekilde gerçekleştiren ya da hiç gerçekleştiremeyip ailesine bağımlı bir şekilde yaşayan kişilerin, evlilik kararını daha kolay verdikleri görünmektedir. Biri zaten kendi ayakları üzerinde durduğu için olgunlaşıp güçlenmiştir ve evlenmek onu sorumluluklardan dolayı zorlayacak bir süreç olsa da kaldıramayacağı bir yaşantı olmayacaktır. Bundan dolayı korku değil belki biraz zorluk yaşayacağını düşünecektir. Bağımlı yetişen kişiler ise evlilik kararından evlilik sürecinin planlanmasına ve gerçekleşen evliliğin ayakta durmasına kadar birçok sorumluluğu ailesine yüklemekte, kişi maddi manevi ailenin garantörlüğüne ihtiyaç duymaktadır. Bundan dolayı çocukluktan beri ihtiyaçları ailesi tarafından belli kurallar doğrultusunda karşılanmış olan kişi bu süreci ailesinin kurallarına göre oynadığı takdirde sıkıntı yaşamayacağını düşünecek ve evlilik ile ilgili ciddi korkular yaşamayacaktır.
Asıl sıkıntı, özerkleşme ve bireyleşme sürecini sağlıklı geçirmediği halde yaşamının belli bir döneminden sonra özgürlüğünü hisseden kişilerin evlenmeyi tekrar annenin kontrolü altına girmenin bir türevi olarak algılamasıdır. Evliliği, yıllardır mücadelesini verdiği özerkliğin ve bireyselliğin bitişi olarak görmesidir. Bu tip kişilerde evlenme korkusu ya da isteksizliği, henüz tam olarak kazanamadığı kimliğini kaybetme ve anne türevi olan birine teslim etme anlamına gelebilmektedir. Ya da doğru kişiyi arıyorum diyerek uzun yıllar evliliği erteleyenleri “ esaretinden yeni kurtulduğum anne/baba mın yerini almak isteyen kişilerle değil beni ben olduğum için tercih edecek, bireyselliğimi ve özerkliğimi önemseyerek kendim olabileceğim bir dünya da benimle yaşamak isteyecek birini arıyorum ” şeklinde anlayabiliriz.
O halde şunu söyleyebiliriz; ne tam anlamıyla kültürünü ( bağımlı kişilik yapısı, ataerkil yapı ) yaşayan insanlar ne de bireyleşme ve özerkleşme gibi biraz batı kültüründen gelen fakat olgunlaşmayı beraberinde getiren özelliklere sahip insanlar evlilik sürecinde çok fazla kaygılanmazken, gelenekçi bir yapıda büyüyen fakat sonrasın da bireyleşme ve özerkleşmesini tamamlamaya çalışan yani geçiş sürecinde olan insanlar ciddi düzeyde kaygılar yaşayabilmektedirler.
Psk. Dan. Şanver YEREBAKAN