Turk PDR (Turkpdr.com)
http://www.turkpdr.com/corner-post.php?ss=&w=sssssssttttttt

ŞŞŞŞŞŞŞTTTTTTT ! (06.06.2011)

Sessizlik… Biraz sessizlik lütfen. Ne çok seviyoruz, gürültü patırtı çıkartmayı. Bütün güzelliklerin sükunetin gölgesinde mayalandığını bilmiyor muyuz? Nerde kaldı sanat, nerde kaldı derinlik? Havalar ısındı diye kendimizi dışarı atıyoruz, bir parkta doğanın kucağında bir bardak çay içmek istiyoruz.  Melodisi darmadağınık,  çıtsak çıstaklardan oluşan ve kendini bilmez bir dımbırtı en son ayarda. Bu yetmezmiş gibi herkes avaz avaz, bir sağırlık salgınıdır almış başını gidiyor. Gerçi bu söylediğim işitme engelli vatandaşlarımıza hakaret olacak. Çünkü onlar bile sessizliğin içinde huzur bulunduğunu bilecek kadar aydınlanmış insanlar. Şöyle ki; bundan yaklaşık on yıl kadar önce bir “İşitme Engelliler İlköğretim Okulu”nda görev yapıyorum. Yatılı bir okul,  gece nöbetçi olarak kalıyoruz okulda. Sabahleyin öğrencilerden önce kalkıyor, okulu kontrol ediyoruz.

Yine böyle nöbetlerimden birinde sabah kalktım, etrafı kolaçan ediyorum. Yatakhaneler okulun dershane bölümünün bir kat üstünde. Aşağıdan başlayayım önce dershaneleri kontrol edeyim diyorum.  Bütün sınıflara bir ölüm sessizliği sinmiş, öğrenciler henüz sıcak yataklarındalar. Sınıfların serin havasını ciğerlerime çekerken dip koridorda birini fark ediyorum. Açık pencereden yarı beline kadar sarkmış etrafı izliyor. Biraz yaklaşıyorum, bakıyorum üzerinde bizim okulun üniforması var. Beni fark edecek durumda değil, iyice dalmış, başını iki elinin arasına almış. Zaman zaman ayaklarını yerden kesiyor, tatlı mırıltılar çıkartıyor. Birden sendeliyor, ilk tepkim heyecanlanmak oluyor benim de, aşağı düşecek diye. Yavaşça yaklaşıp omzundan çekiyorum. Bakıyorum altıncı sınıflardan bir öğrencim. Orda öyle yarı beline kadar sarkmış ne yaptığını soruyorum.  (Tabi işaret diliyle) Aynen şöyle bir cevap veriyor:  “Sessizliği dinliyorum.” Yok, canım, diyorum kendi kendime. Yani bunu yapıyor olamaz bu çocuk. Herhalde işaret dilinde bazı işaretler benim bilmediğim kavramlara denk geliyor, diye düşünüyorum.  Onu yatakhaneye gönderiyor, ben de kız katına çıkıyorum.  Kız öğrencileri uyandırıyor, işitme cihazlarını veriyorum ve kız öğrencilerle kahvaltıya iniyoruz. İlk dersim altıncı sınıflara.   Benim afacan orda oturmuş bu sabah keyfini kaçırdığım için kızmış gibi sinirli sinirli bakıyor. İlk ders oldukça monoton geçiyor, ikinci derste onlara yazı yazdırayım diyorum. Sekiz kişilik sınıftaki yedi öğrenciyle ayrı ayrı yazma konusu belirliyoruz.  Sıra sessizliğe kulak kesilen çocuğuma geliyor. Ondan sabah onu gördüğümde ne yaptığını anlatan iki resim yapmasını, resmin altına da iki üç cümleyle resimde yaptıklarını anlatmasını istiyorum.  İki ayrı resim yapıp, getiriyor. İlkinde evindeki kalabalık ailesi kırmızı oklarla bağrışa bağrışa konuşuyor: dokuz kardeş, anne, baba, büyükanne, büyükbaba. Kimsenin yüzü birbirine dönük değil, resimdeki hemen herkes birbirinden farklı yönlere bakıyor.  İkinci resimde sadece kendisi var, yemyeşil kırların, ağaçların ortasında. Her şey yerli yerinde… Kuşlar ağaçlarda ağızlarından çıkan notalarla cıvıldıyor. Bütün ayrıntılarda sessizliğin melodisi… Derenin bile elinde mikrofon,  şarkı söylüyor. Hayal gücünün sınırları olmayan çocuğum sessizliğin korosunu öyle güzel resmetmiş ki güneş bile bu güzel melodiyle huzur buluyor, gülümsüyor. Başını okşuyorum, aferin diyorum.  Bir dahaki nöbetlerimde yavrumu asla rahatsız etmiyorum, onun yaşadığı mucizeyi saygıyla ve uzaktan izliyorum hep.



Küçük, kulakları dış dünyaya kapalı bir çocuk bile bizim yaydığımız gürültüden rahatsız oluyor. Boynumuzda üzerinde “Verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz.” yazan bir levha asıp dolaşmalıyız bence. Bunun hastası var, sanatla uğraşanı var… Belki de asıl zarar verdiğimiz kişi kendimiziz. Gürültü beyinlerimizi önce ele geçiyor, sonra çürütüyor. İşini gücünü sessizce halletmek bir medeniyet ölçüsü değil mi? Ama yo, biz kendimizi belli etmeliyiz, insanlar bizi fark etmeli. Böyle fark edileceğimize hiç fark edilmememizin kişisel bütünlüğümüz açısından daha iyi olacağının bilincinde değil miyiz? İnsanların zihninde kalan son görüntümüzün akordu bozuk bir enstrümanla yaptığımız çirkin beste olmasının bize ne gibi bir faydası var? Yok, canım, daha neler… “Reklamın iyisi kötüsü olmaz.” Hem bu kadar kalabalığın içinde derdimizi insanlara anlatabilmek için biraz zırlamanın ne sakıncası var?  Ne demiş atalarımız “Ağlamayana meme vermezler.” Tabi bilinç yaşımız altımızı ıslattığımız dönemdeki kadarsa, sorunlarımızı bu şekilde hallediyorsak neden olmasın? En iyisi hep birlikte zırlayalım, bağrışalım, beyin hücrelerimizi geri gelmeyecek şekilde öldürelim.



 
Ey medeniyeti ateşleyen sessizlik ve huzur… Ne zaman bizim buralara da geleceksin? Gel ve bir daha terk etme bizi. Peki, biz dostlarım en son ne zaman hep birlikte nefeslerimizi tutarak sustuk, hatırlıyor musunuz? Hadi hep birlikte işitme engelli bir çocuğun yüreğiyle bir olalım, derinlere dalalım. Biraz sessizlik lütfen…

                                                                                             ULTREYA…


Turk PDR (Turkpdr.com)
http://www.turkpdr.com/corner-post.php?ss=&w=sssssssttttttt