Yine kan emiciler (28.10.2013)
Zamanın bir yerinde, hayatınızın bir köşesinde, tanıdığınız insanlardan bir kısmı artık omzunuzda ağırlık yapmaya başlar. Sorumluluğunu aldığınız insanlardan bahsetmiyorum; ister dostluk ilişkisi içinde olun, ister arkadaşlık veyahut sevgili… Büründüğü kimlik önemli değil, zamanla içinizde bir ağırlık, bir fazlalık duygusu hissettirmesi yeterli. Gözden geçirmek lazım bu tip ilişkileri. Biraz acımasızca gelse bile bazılarını da silkelemek. Hayat değişiyor, biz değişiyoruz, gelişiyoruz. Zaten sağlam dostlarınız dışında eğer çevrenizdeki insanlar da olduğu gibi kalıyorsa; siz de olduğunuz gibi kalıyorsunuz, haberiniz olsun. Ana taşlarınız yerinde olmak kaydıyla zaman zaman değişikliğe gitmezseniz, canlılığınız ve değişkenliğinizle birlikte gelişiminiz de durmuş demektir. Belki de artık her şeye evet der hale gelip başkalarının hayatını yaşıyorsunuzdur.
Kendimi bu konuda biraz gerçekçi, gerçekçiliğe ulaşmaya çabalarken de acımasız buluyorum. Zira epey bir süre önce en önemli varlığım olan zamanımı kimselere çiğnetmemeye karar verdim. Kriz tohumları olan insanlara yaşam alanımdan içeri sızmamaları için geçit vermiyorum artık. Eskiden iyilikle zayıflığı ayıramayanlardandım. Bir vampir enseme yapışıp kanımı son damlasına kadar emebiliyordu. İnsanları kurtarma psikolojisiyle ben de ona yapışıp onun -özellikle de kendine rağmen- bir şeyler olmasına çalışıyordum. Böyle yardım elimi uzattığım iki ya da üç kişi sürekli acil durum halindeydi, bir türlü normal hayata dönemiyorlardı. Telefon açıp "Ya biliyor musun mahvoldum, yardımın gerekli." talepleri bir türlü bitmek bilmiyordu. Günde iki üç saatimi ayırıyordum, acil durumları ortadan kalksın, normal hayatlarına dönebilsinler diye. Bir de baktım ki onların normal hayatları bu acil durum vaziyetiymiş meğerse. Bu şekilde ömürlerini başkalarının ensesinde tamamlıyorlarmış. Kurtarmak istiyorsun; ama onlar kurtulmak istemiyor. Maddi olarak sürekli kriz halindeler, borçları bir türlü bitmek bilmiyor. Borç hanelerindeki kalemlere bakıyorsun ne kadar abur cubur varsa orada. Hepsini de zorunlu ihtiyaç başlığı altında toplamış ne hikmetse. Ya da başı sevgilisiyle sürekli dertte olan bir kız arkadaşa bakalım. Bela her seferinde kendini göstere göstere geliyor, kapıyı açıp buyur ediyor, uyarıyorsunuz. Hayda… Yine aynısı, ağlanmalar, sızlanmalar. Bunu on birinci kez yaşadığınızda onun yaşam şeklinin böyle bir film olduğunu, sizin de o film içinde sadece bir figüran olduğunuzu fark ediyorsunuz. Zaman kaybı hissi içinize çörekleniyor.
Yapmak istediğim ve yapamadığım birçok iş üst üste yığılıp beni boğmaya başladı, oturup oyalayıcılarımın neler olduğunu anlamaya çabalarken birden fark ettim bu insanların varlığını. Hayatım vampir kaynıyordu. Oysa ben onları arkadaşlarım sanıyordum. Meğerse ideallerimin çatlaklarından içeri sızmış birer zehirmiş hepsi de. Hem istekleri bitmiyor, hem de onlara ayırdığım zaman dilimi gittikçe büyüyor. Bu bir kısır döngü halini alıyor sonra. Zaman dilimi ne kadar büyürse, istekler o kadar çoğalıyor. Sanıyorum bütün matematikçiler bir araya gelse bu tersine durumu çözemez, kan emicilerimizin iştahının artma oranını hesaplayamazlar. İlacı henüz bulunmamış bir hastalık gibi yayılan ve birçok yaşamı sancıyla, kanla, irinle birbirine bağlayan bu bağımlılıktan yakamı kurtarmaya karar verdim sonunda. Üstelik sadece kendimi onlardan değil, onları da kendimden kurtarmış olacaktım. Derler ya iki ucu… değnek diye, bizimkisi o hesap. Onlar da hayatlarını sürdürmek için ekmeği elden, suyu gölden almaktan kurtulup bir iki alın teri dökmeyi öğrenmeye başlayacaklardı böylelikle.
Planım direnç yaratmayacak şekilde yavaş yavaş geri çekilmekti. Tereyağından kıl çeker gibi… Fark ettirmeden zaman içinde görünmez olmak… İlk başta birer hayır yeterli oldu. Sonra gönül kırmadan görüşmelerde seyreltmeye gittim. Bahanem oldukça inandırıcıydı, kendimle meşguldüm. Bir kurs, bir ders, ya da önemli bir toplantı… Ben kıyametler kopar sanıyordum. Biraz dert yanıp sitem edenler oldu tabi ki. Önemli olan bu noktada ilerlemeyi sürdürebilmek. Bir de baktım ki insanlar bu kopuşu kabullenebiliyormuş. Kendimize yarattığımız bütün kafesler meğerse kafamızdaymış. Uzaklaştığım ve yıllar sonra karşılaştığım insanların yüzündeki tebessümü görünce bunun ne kadar doğru bir adım olduğunu anladım. Doğrusu ilk başlarda biraz vicdan azabı duymadım değil. Şimdi ise işi başından sıkı tutuyorum. Bir insanla tanıştığımda ilk dikkat ettiğim şey hayatını neyin yönlendirdiği. Eğer hayatını krizler yönetiyorsa, bir biraz temkinli yaklaşıyorum. İnsanlarla dikenlerimiz birbirine geçmeden önce kişisel mesafemi iyi ayarlamaya çalışıyorum.
ULTREYA…