Şifreni mi unuttun ?
Hoşgeldiniz Ziyaretçi. Lütfen üye değilseniz burdan kayıt olun.
Google Grupları
Turk PDR grubuna abone ol
E-posta Adresiniz:
Çocuk Suçluluğu
Sosyal bir sorun olarak ele alınan suç, kişinin biyolojik ve psikolojik yapısının oluşturduğu karakter yapısı ile sosyal, ekonomik, kültürel etmenlerin oluşturduğu toplumsal yapının etkileşimi sonucunda ortaya çıkmaktadır. Suçun oluşumunda toplumsal yapının daha etkili olduğu yolundaki görüşler giderek artmaktadır (Balo 1996, Dizman vd. 2005).
Ekleyen: Serdal GÜR | Okunma: 11761 | 23.02.2011

1. Çocuk Suçluluğunun Tanımı ve Önemi

Sosyal bir sorun olarak ele alınan suç, kişinin biyolojik ve psikolojik yapısının oluşturduğu karakter yapısı ile sosyal, ekonomik, kültürel etmenlerin oluşturduğu toplumsal yapının etkileşimi sonucunda ortaya çıkmaktadır. Suçun oluşumunda toplumsal yapının daha etkili olduğu yolundaki görüşler giderek artmaktadır (Balo 1996, Dizman vd. 2005).

Suç kavramını tanımlamak oldukça güçtür. Bunun nedeni bu kavramın tanımının toplumdan topluma, aynı toplumda farklı zamanlarda, farklı sosyal gruplar arasında değişiklikler göstermesidir. Bununla birlikte genel olarak suç; toplum düzenini bozan, kanunlarca yasaklanan, hukuka aykırı davranışlar olarak tanımlanabilir (Yalçın 1996). Suç ayrıca; topluma zarar verdiği ya da tehlikeli olduğu kanun koyucu tarafından kabul edilen ve belirtilen eylem şeklinde de tanımlanmaktadır (Uluğtekin 1991). Günümüzde sosyo-kültürel bilimler, suç teşkil eden insan davranışını toplumda yürürlükte olan sosyal normlardan bir nevi sapma eylemi olarak tanımlamaktadırlar. Suçlu ise içinde yaşadığı toplumun normları ile kişisel kuvvetleri arasında bir denge kuramamış kişidir (Dönmezer 1994).

Çocuk suçluluğu en eski zamanlardan beri var olmakla birlikte, modern çehresini 19. asırdaki sanayi devrimi ile almıştır. Suçlu çocukların korunması ve çocuk mahkemeleri fikrinin ortaya çıkmasında ise aydınlanma çağı düşünürleri, sosyal hukuk akımı ve ceza hukuku alanındaki ekollerin rolleri büyük olmuştur. Aydınlanma çağında çocuğun doğuştan kötü olduğu yolundaki ortaçağ düşüncesi terk edilmiş, çocuğun ne iyi ne de kötü olarak doğduğu, içinde yaşadığı çevrenin etkisiyle suça ya da erdeme yöneldiği kabul edilmeye başlanmıştır. İçinde bulunduğumuz yüzyılda suç ve suçluluğun soyut bir hukuki sorun olmadığı, suçun soyut bir eylem değil, sosyal bir fenomen olduğu tartışmasız kabul edilen gerçeklerdendir. Çocukları suça iten nedenlerin farklılığı ve fizyolojik olarak içinde bulundukları durum, yetişkin suçluluğu ile çocuk suçluluğunun ayrımını gerektirmiştir. Hukuk sistemleri suçun aktif süresini çocuklar ve yetişkinler olmak üzere ikiye ayırarak, yetişkinleri ve çocukları farklı ceza, yargılama ve infaz siyasetine tabi tutmuştur. Bir taraftan suçlu çocuğu ceza hukukunun dışına çıkarmayı, diğer taraftan çocuğu fiilinden dolayı cezalandırmaktan ziyade, ıslah etmeyi amaç edinmiştir (İçli 1994, Akyüz 2000).

Çocuk suçluluğu kavramı, hukuki ve sosyolojik olarak değişik şekillerde ele alınmıştır. Hukuki açıdan çocuk suçluluğu “çocuğun ceza kanunlarınca suç sayılan bir fiili işlemesi sonucunda, yargı organlarının önüne getirilmesi” şeklinde tanımlanırken, suçlu çocuk “bir hukuki normu ihlal etmiş on sekiz yaşından küçük kimse” olarak ele alınmaktadır. Hukuksal yönden doğru gözüken bu tanım sosyolojik açıdan yeterli değildir. Sosyolojik görüşe göre, gelişim çağındaki çocuğun sağlıklı gelişimi desteklenmelidir. Eğer çocuğun sağlıklı bir şekilde gelişimi desteklenmezse, çocukta davranış bozuklukları ortaya çıkabilir. Çocuktaki davranış bozuklukları ile yeterince ilgilenilmemesi halinde, çocukta daha ağır davranış bozuklukları ve daha sonra da suçluluk ortaya çıkabilir. Bu nedenle davranış bozukluğu gösteren çocuklar, suç işlemeye eğilimli, korunması gerekli çocuklardır. Bu durumdaki çocuklar mahkemeye gönderilmek yerine çeşitli sosyal kurumlar aracılığıyla topluma tekrar kazandırılabilirler (Akyüz 2000, Balo 2003, Kart 2003).

2. Çocuk Suçluluğunun Nedenleri

Çocukların neden suç işledikleri geçmişte olduğu gibi günümüzde de üzerinde önemle durulan bir konudur. Bugün bu konuda oldukça fazla bilgi birikimi olmasına karşın, çocukların bir bölümünün suç işleme nedenleri hala açıklanamamıştır. Çocukların suç işleme nedenlerine ilişkin yapılan çalışmalar; çocuk suçluluğunda öncelikle suçluluk nedenlerinin ortaya çıkarılması, daha sonra da suç nedenlerinin ortadan kaldırılması konusunda birleşmektedirler. Çocuk suçluluğunun nedenlerinin bilinmesi, çocuk suçluluğunu engelleyecek toplumsal politikaların ortaya konması ve uygulanmasında son derece önemli bir rol oynamaktadır. Çocukları suç işlemeye sevk eden faktörler, pek çok araştırmacı tarafından bireysel ve çevresel nedenler şeklinde gruplandırılmaktadır.

2.1. Bireysel nedenler

Bireysel suç nedenlerinden biri kişilik bozukluklarıdır. Kişilik bozukluğu olan çocuklar tedavi edilmediği sürece bu rahatsızlıklarının niteliğine uygun suçlar işleyebilirler. Kleptomanların hırsızlık yapması, psikopatların şiddet suçları işlemesi bu türdendir. Sara (epilepsi), beyin iltihabı gibi tümüyle organik koşullara karşı bir tepki olarak davranışın kontrol edilememesi dolaylı olarak suçu oluşturabilir. Nörotik kişilik bozukluğuna bağlı, bilinçsizce yapılan anti-sosyal davranışlar sonucu suç işlenebilir (Karagöz ve Demircin 1996).

Bağımlılık yaratan maddelerin etkisindeki çocuklar ve zihinsel engelli çocuklar suç işlemeye daha açık olabilirler. Düşük zeka düzeyinin suçluluğun oluşumundaki kısmi rolü kabul edilmekle birlikte, zeka geriliği, öğrenim yoksunluğu ve suçluluk üçlüsü arasındaki ilişki üzerinde durmak daha anlamlıdır (Mangır ve Silleli 1987).

Suçun bireysel nedenleri, çevresel nedenlerle kıyaslandığında ikinci derece öneme sahiptir ve çoğunlukla karşımıza diğer nedenlerle birleşmiş olarak çıkabilir. Yine de çocukların işlediği bazı suçların tamamen bireysel nedenlerden kaynaklandığı göz ardı edilmemelidir.

2.2. Çevresel nedenler

Çocukların doğumundan itibaren hayatlarını geçirdikleri sosyal çevre; kişiliğin oluşumunda çok önemlidir. Çocuklar içinde bulundukları sosyal çevreden etkilenebilir ve bu sosyal çevreyi etkileyebilirler. Çocuklar iyi-kötü, güzel-çirkin gibi temel davranış kalıplarını içinde bulunduğu sosyal çevreden öğrenir. Suç davranışının da en önemli kaynağı durumundaki bu sosyal çevreler; aile, okul, arkadaş, iş ve boş zamanların geçirildiği çevrelerdir. Bunlara ek olarak göç ve gecekondulaşmayı da çocuk suçluluğunda çevresel nedenler arasında ele almak gerekir.

2.2.1 Aile çevresi

Çocuğun doğumuyla birlikte ilk karşılaştığı ve ilk sosyal ilişkilerini kurduğu toplumsal kurum ailesidir. Aile çocuğun beslenme, bakım, korunma ve sevilme ihtiyaçlarını karşılamasının yanı sıra, çocuğu gelişimi ve davranışları açısından da yönlendirerek, toplumsal bir birey haline gelmesine yardımcı olmaktadır. Bu nedenle yapı olarak ailenin ve aile içindeki ilişkilerin çocuklar üzerinde çok önemli etkileri bulunmaktadır. Çocuğun sağlıklı bir kişilik geliştirmesinde ve içinde bulunduğu sosyal çevreye uyum sağlamasında, anne-baba-çocuk ilişkisinin önemi her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır. Büyüme aşamalarında başarılı olan çocuklar, iyi aile ilişkileri içinde yetişmiş bireylerdir. Aile içinde gerçekleşen başarılı ilişkiler, mutlu, arkadaşça, bunalımdan uzak ve yapıcı bireylerin oluşumunu sağlar. Uyum bozukluğu gösteren çocuklar ise, genellikle başarısız anne-baba-çocuk ilişkisinin ürünüdürler. Anne-babanın sevgi ve ilgisinden yoksun olarak büyüyen çocuklar, büyük bir sevgi açlığı gösterirler. Bu açlık da bir takım davranış ve uyum bozukluklarına neden olabilir (Yavuzer 1997).

Erken çocukluk döneminde annesinden uzun süre ayrı kalmış veya onun ilgisizliğine uğramış çocuk daha sonraları da sürekli olarak annesini veya ilişki kurduğu insanı kaybedeceği korkusu içinde olabilir. Çevresindeki her değişiklik ve kendisine yapılan her engellemeye aşırı hassastır. Bu ruh hali çocuğun çevresine uyumunu güçleştirir. Bu çocukların bir kısmı bütün hayatları boyunca ilişki kuracakları, bağlanacakları bir insan ararlar. Buldukları zaman ondan çok şey beklerler ve çabuk hayal kırıklığına uğrayabilir ve güvensiz, kıskanç olabilirler. Bu yüzden de ilişki kurdukları insan ve toplumla kolayca çatışır, alkole, uyuşturucu maddelere, suça yönelebilirler. İnsanlara, onların manevi değerlerine tam bir ilgisizlik içinde insanları, kanunları zorlamaktan hoşlanabilirler. İnsan sevgisi ve ilişkisi yerine, eşyaya, paraya, mala ihtiraslı bir yönelme gösterebilirler. Kendilerinde ahlak-vicdan yapısı ve başkasına itaat, saygı duygusu gelişmediğinden çeşitli suçları pişman olmaksızın tekrarlayabilirler. Hırsızlık yapan çocuklar arasında yapılan incelemeler, çocukların bu tipte gelişen çocuklar olduğunu göstermektedir (Dizman vd. 2005).

Baba ise çocuğun hayatında korkunun daha ön sırada olduğu, otorite sembolü olarak görülür. Çocuğun ruhsal gelişiminde, babanın kudret ve otoritesinin derecesinin ve çocuğa yansıma tarzının çok büyük önemi vardır. Sevgi ve belirli bir anlayış ile beraber olmayan, çocuğun fiziksel ve ruhsal yeteneklerinin dışına çıkan aşırı baskıcı, cezalandırıcı ve korku yaratıcı otorite iki yönde gelişme yaratabilir. Ya çocuğun kendisine güven, cesaret, mücadele ve yaratma enerjisini engeller; böylece sinirli, zayıf, korkak, çekingen olmasına yol açar ya da çocuk babanın kendisine gösterdiği saldırgan tavrı kendisine mal eder ve kendisi de çevresine, diğer insanlara aynı saldırganlığı, yıkıcılığı gösterir (Yavuzer 2001).

Aile çevresi ve çocuk suçluluğu arasındaki ilişkiyi inceleyen araştırmacılar, çocuk istismarı ve ihmalinin de çocuğun anti-sosyal davranışına neden olduğunu ortaya koymuşlardır. Problemin çözümünde saldırgan davranışların kabulü, fiziksel cezanın bir eğitme yolu olarak görülmesi, çocuğun ailenin malı gibi algılanması, dolayısıyla hak ve statüsünün kısıtlı olması, aile içinde olayların gizli olduğu düşüncesi, yalnızlık, işsizlik, kriz ve geçiş dönemleri, depresyon gibi psikolojik rahatsızlıklar, alkol ve uyuşturucu madde kullanımı, engelli çocuk sahibi olma, olanakların kısıtlılığı, geçimsizlik, çocuklardan gerçekçi olmayan beklentiler ve en önemlisi istismar geçmişi olan aileler, aile içi istismar olasılığını arttırmaktadır (Sevük 1998). Çocuk suçluluğu olgularına bakıldığında yaklaşık hepsinin geçmişinde yaşanmış çocuk istismarı olaylarının bulunduğu ve bunların çocuğu suça yönelten en büyük etmenlerden birisi olduğu söylenmektedir. İstismara bağlı bir diğer önemli sorun da çocukların evden kaçmasıdır. Evden kaçma çocuğun yetersiz toplumsallaşmasına yol açan ana baba davranışlarına karşı, anti sosyal olarak nitelendirilebilecek bir tepkidir. Araştırmalar çocukların istismar edilmesi ile evden kaçma arasında önemi bir ilişki olduğunu vurgulamaktadır. Bunlara ek olarak aile fertlerinden bazılarının suça karışmaları, alkol ya da madde bağımlısı olmaları, bazı ailelerde suçun meslek olarak icrası ve sosyalizasyon sürecinde çocuğa bizzat öğretilmesi de çocuk suçluluğunda ailesel nedenler arasında sayılabilir (Uluğtekin 1991).

2.2.2. Okul çevresi

Okul, çocuk için toplum tarafından oluşturulan ilk kendini deneme yeridir. Okul sistemi, çocuğa ileride içinde yer alacağı bürokratik toplumun benzeri bir model sunar (Uluğtekin 1991). Eğitim ve öğretim süreci çocukları başarılı bir toplumsallaşmaya ulaştırma sürecidir. Bunun doğal sonucu olarak, okulun bu işlevini herhangi bir nedenle yerine getirememesi, bireyin başarısını, gelişimini, çevresine uyumunu ve ruh sağlığını olumsuz yönde etkileyecektir. İnsancıl, bireyi geliştiren, yaşama hazırlayan eğitimin etkinliğine ve önemine karşılık, eksik, yetersiz, yanlış eğitim birçok sorunun kaynağı olabilmekte ve bazı hallerde okul, çocukların gelişme ve uyum güçlüklerini çözmeye yardım edecek yerde, farkında olmadan çocuğun suça yönelmesine neden olabilecek yeni sorun ve güçlükler yaratmaktadır. Okulla ilişkili bu sorun ve güçlüklerin başında, okul başarısızlığı gelir. Okul başarısızlığı gösteren çocukların başarıları, gerçek yeteneklerinin altında seyretmektedir. Okul başarısızlığı gösteren çocuk sınıfta bir şey yapmaz, ödevlerini hazırlarken dikkatsiz ve ihmalkârdır. Sınıf arkadaşlarıyla sürekli tartışır, otoriteyi kabul etmek istemez. Sınıfta ya hiç derse katılmaz ya da çok az katılır (Yavuzer 1990).

Okul başarısızlığı, çocuğun gerek okulla ilgili diğer anti sosyal davranışlara yönelmesinde, gerekse suça yönelmesinde önemli bir göstergedir ve öğrencilik yaşamı boyunca artarak devam eder. Çocuğun okulda başarı oranı düştükçe, suçlu olma olasılığı artmaktadır ( Sevük 1998).

Okul idaresi ve ailelerin, genellikle başarısızlık yaşayan çocukların bu durumlarına uzun süre tahammül edemedikleri ve bu çocukları okuldan uzaklaştırdıkları belirtilmektedir. Bunun neticesinde, çocukların psikolojisinde bozukluklar oluşmakta, çocukta zaten mevcut olan faydasızlık, güvensizlik gibi duygular artmakta ve çocuğun suça yönelmesi kaçınılmaz hale gelmektedir. Çocuğun suça yönelmesine neden olabilecek okulla ilgili diğer önemli bir faktör de, okuldan kaçmadır. Okuldan kaçma ve okul başarısızlığı birbirleriyle çok yakın bir sebep sonuç ilişkisine sahiptir. Bazen okul başarısızlığı okuldan kaçmanın en önemli nedeni durumundayken, bazen de bunun tersi geçerlidir. Çocuğun suça yönelmesinde okuldan kaçmanın önemi düşünüldüğünde, okullardaki öğretmen ve idarecilere çocukların derslere devamlarını sağlama noktasında önemli görevler düşmektedir (Ok 1989).

Çocuğun suça yönelmesinde etkili olan okulla ilgili diğer bir faktör de okula geç başlamadır. Bu konu ile ilgili birçok gözlem, eğitimin başındaki bir gecikmenin, çocuğun tüm eğitim yaşamında bir zorlanma şeridi halinde ortaya çıkabileceğini göstermiştir. Bu durumlarda da başarısızlık ve bunu takiben suça yönelme kaçınılmaz hale gelmektedir (Sevük 1998).

Okulun kendi içerisinde kuralları vardır ve bu kuralların ihlal edilmesi durumunda, uyarmadan okuldan uzaklaştırmaya varan disiplin cezası denilen yaptırımlar uygulanır. Okuldaki uyum sorunlarının bir göstergesi durumundaki bu disiplin cezaları, çocuğun suça yönelmesinde önemli bir etkendir. Yöneticiler genellikle çok ciddi disiplin sorunları ile ilgilenmekte, bu sorunları yaratan öğrencilere nasihat verme veya tehdit içeren konuşmalar yapmakta, hafif disiplin suçları ile ilgilenmemektedirler. Oysa hafif suçlara zamanında müdahale edilmez ve rehabilite edilmezlerse, bu suçlar ileride daha ağır suçlara dönüşebilir ve bu suçların önlenmesi güçleşebilir (Küçüksüleymanoğlu 2001). Okul idarelerinin disiplin suçu işleyen çocukların sorunlarına çözüm bulmak için uğraşmak yerine, çoğunlukla sorunu çıkaranları okuldan uzaklaştırmak gibi bir kolaycılığa başvurduğu görülmektedir. Bu durumda sorun, sürekli olarak yer değiştirmekte ve artarak devam etmektedir. Bu durumlarda ister disiplin suçu neticesinde, isterse başka bir nedenle oluşsun okul değiştirme de çocuğu suça yöneltebilir. Okul değiştirme çocuğun dünyasında bir kesinti oluşturur. Buna devamsızlık da eklendiğinde tümüyle bir kopukluğun söz konusu olduğu görülür. Bunun sonucu da ya sınıfta kalmadır ya da okuldan ayrılmadır (Sevük 1998).

Okul, eğitim ve öğretimle çocuğa geniş bir ufuk, çok boyutlu düşünme imkanı sağlar ve kişilik gelişimini destekler. Çocuk genellikle, eğitimine paralel olarak, güzel ve doğru karar verebilme imkanı bulur. İstisnalar dışında, çocuğun eğitimi ve öğretimi ilerledikçe suçtan adım adım uzaklaştığı da unutulmamalıdır (Ok 1989).

2.2.3. Arkadaş çevresi

Çocuğun sosyal gelişiminin en kritik noktalarından biri olan arkadaşlık ilişkileri, ergenin doğru davranışlarda bulunması açısından çok önemlidir. Cezaevlerinde yapılan bazı çalışmalar; suça karışan çocukların çoğunluğunun bu suçları arkadaşlarıyla birlikte işlediğini göstermiştir. Bu sonuç suçluluk ve arkadaşlığın ne kadar yakından ilişkili olduğunu kanıtlamaktadır. Olumsuz akran etkilerinin bir sonucu olarak genç; kimliğini kazanma çabası sırasında gruba ait olma, grup onayını yitirmeme uğruna sapan davranışlara yönelebilmektedir. Sosyal bilimciler, suçluluğun öğrenilmiş bir süreç olduğunu kabul etmekte ve suçluluk eğilimlerinin normalden sapmış davranış şekli olduğu kadar, grup yaşamına bağlı bir sorun olduğunu da kanıtlamaya çalışmaktadırlar (Tayfun1989, Uluğtekin 1991, Ulak1993).

Ergenin bir grup tarafından kabul görmesi; onun kimliğini bulabilmesinde, toplumda yer edinebilmesinde geçireceği aşamalar için gereklidir. Bu çağ ergenin hem toplumsal nitelik kazandığı, hem de kişiliğini kazandığı bir arayış dönemidir. Bu arayışın özünde topluma uyum sağlama isteği ve onay görme gereksinimi yatmaktadır. Toplumsal uyumun ölçüsü ise, bireyin çevresindeki kişilerle ilişkiler kurup sürdürebilmesi, grup çalışmasına katılabilmesi, yapıcı olması, sorumluluk yüklenebilmesi ve birlikte yasamın getirdiği kurallara uyabilmesidir. Bu, zamanla oluşan bir süreçtir (Ulak 1993).

Anne-baba ve çocuk arasında ebeveyn otoritesine dayalı bir ilişki vardır. Buna karşılık akranlarla beraberlik daha eşitlikçi bir sosyal teması gerektirir. Akranlar eşit bilgi ve otoriteye sahiptirler. Dolayısıyla bu yıllarda ergen önceleri ailesi ile ilişki kurduğu zamanın büyük çoğunluğunu arkadaşları ile geçirir (Kulaksızoğlu1999).

Toplumsallaşma kuramı çerçevesinde aile ilişkileri yetersiz olan çocukların akran gruplarına daha çok ilgi duydukları ve akran grubundan olumsuz etkilendikleri söylenebilir. Arkadaşlık ilişkilerinde suçlu modellerin varlığı halinde, arkadaşlık yoluyla bunlar kolayca alınabilmekte ve diğer elverişli toplumsal şartlarla pekişmektedir. Ergenlik döneminde gençler, akranları tarafından onay görmek için onların ilgi, değer ve tutumlarını benimsemektedirler. Grup tarafından kabul görme, gencin kendisine olan güvenini pekiştirmekte ve arkadaşları arasında duygu ve düşüncelerini rahatça dile getirmesine katkıda bulunmaktadır. Ergenler birbirlerini inceleyerek ve birbirlerine geribildirimlerde bulunarak, bireyler arası becerilerini geliştirme fırsatı bulabilmektedirler (Uluğtekin 1991, Delikara 2000).

Aile ve okulun, çocuğun boş zamanlarını değerlendirmesine imkan tanıyamaması, çocuğu sokağa itmekte ve oyun grupları veya çeteler halinde birleşerek suç işlemelerine neden olabilmektedir. Çocukların içinde bulunduğu grup onun geldiği toplumsal sınıfın bir uzantısıdır. Çeteye katılan geçlerin bir araya gelmelerinde aynı kaderi paylaşma, aynı azınlık gruptan gelme gibi özellikler göze çarpmaktadır. Bireyleri çeteye iten temel faktör korunma gereksinimidir. Arkadaşları ve akranlarının teşviki, para, çete üyesi olmanın getirdiği ayrıcalık çeteye katılmanın avantajları arasında gösterilmiştir (Balo 1996, Duman 2002).

Ailede dengesizlik, geçimsizlik, kargaşa ve baskı arttıkça, gençlerin arkadaş kümesi yerine çete oluşturma olasılığı artar. Bu kimseler birlikte çalar, kırar, yasaları çiğnerler. Olumsuz akran etkileri, olumsuz ana baba tutumları ile birleştiğinde, gencin yasa dışı davranışlarda bulunma olasılığı da artmaktadır (Yörükoğlu 1998, Delikara 2000).

2.2.4. İş çevresi

Sanayi devrimiyle birlikte, pek çok kazanıma rağmen, insanoğlunun belki de en önemli kaybı, çocuğun çalışma hayatına katılmasıdır. Çocuğun çalışma hayatına girmesinin nedenlerinin başında; göç ve çarpık kentleşme olgularına bağlı olarak gelişen yoksulluk, işsizlik, eğitimsizlik, bozuk aile ortamı, çocuğun eğitiminin ailede bir anlam ifade etmemesi, ailenin ekonomik ihtiyacı, işverenin daha çok kar etme düşüncesi gibi nedenler gelmektedir. Yaşıtları okula giderken ve oynarken, hayatın bütün yükünü omuzlarında taşıyan bu çocuklar hiçbir zaman duygusal ya da bilişsel yönden tam ve sağlıklı olarak gelişemezler. Çünkü, çoğunlukla kendilerinden çok daha büyüklerin yanında, aile denetiminden uzak, alkol, uyuşturucu, sigara, küfür, istismar ya da suç gibi olumsuz davranışlara açık ve korumasızdır. Çalışan çocuk; işinde, ailesinde, okulunda ve içinde yaşadığı toplumda sürekli bir kimlik çatışması yaşamaktadır. Kendisinden, para kazanıp görevlerini yerine getirdiğinde, ailesinin ekonomik yaşamına katkıda bulunduğunda yetişkin kimliğiyle; ebeveynlerine ve okula devam ediyor ise öğretmenlerine itaat ettiğinde, çalışma deneyimini dikkate almayan eğitim yöntemlerine katlandığında ise çocuk kimliğiyle davranması beklenmektedir (Özyanık 1994).

Çocuğun iş hayatına vaktinden önce girmesi, onun uygun olmayan çeşitli çevrelerle temasa girmesine, ekonomik güdülenmelere vaktinden önce maruz kalmasına, manevi desteklerden yoksun duruma düşmesine ve bunların bir sonucu olarak da suça yönelmesine neden olabilmektedir (Dönmezer 1994).

2.2.5. Boş zamanlarını geçirdiği çevre

Boş zaman bireyin çalışma ve diğer görevlerinden sonra özgür olarak dinlenme, eğlenme, toplumsal başarı ya da kişisel gelişmesi için kullandığı zamandır. Çocuk için boş zaman, okula gidiyorsa okul saatleri, çalışıyorsa iş saatleri dışındaki zamandır. Bu zamanın kimlerle, nerede ve nasıl geçirildiği, bu süreçte çocukta ne tür davranış değişikleri olduğu anti sosyal davranışlara ve suça yönelimi engellemede çocukla ilgili bilinmesi gerekenlerin başındadır. Çocuğun boş zamanının çoğu, sonraları arkadaş grubuna dönüşecek olan oyun grubu içinde geçer. Sosyalleştirme işlevi ile oyun grubu, çocuğun liderlik özelliklerinin ortaya çıktığı, biz ve onlar ayrımına vardığı yerdir. Oyun grubu, bütün olumlu yönlerine rağmen, üyelerinden bir ya da bir kaçının anti sosyal davranışlar ya da suç davranışı gösterdiği durumlarda kısa sürede bir çocuk çetesine dönüşebilmektedir. Önceleri, komşusunun bahçesinden heyecan için elma çalma şeklinde başlayan bu sürecin, geleceğin büyük suçlularının ortaya çıkmasına kadar devam edebileceği akıldan uzak tutulmamalıdır. Çocuk için boş zaman etkinliklerinden bir diğeri de eğlencedir. Eğlence, özellikle gençlerin yaşamında olumlu bir güçtür. Ancak denetime tabi tutulmamış ve özellikle ticari amaç güden bazı eğlence araçlarının çocuklar ve gençler üzerinde tahrip edici etkiler gösterdiği ve suçu arttırdığı, buna karşılık, sağlıklı ve programlı bir eğlence faaliyetinin suçluluğu önleyici etkilerde bulunduğu kabul edilmektedir (Yavuzer 1990, Dönmezer 1994).

Kitle iletişim araçlarının yaygınlık kazanmasıyla birlikte, çocuklar zamanlarının büyük bir bölümünü bu araçlardan etkilenerek geçirmektedir. Televizyon, internet, gazete, dergi ve kitaplar suçluluğu yaygınlaştırmada etkili olabilmektedir. Kitle iletişim araçları çocuğa suç tekniğini öğreterek, suçu olağan, çekici, hatta heyecanlı kılarak, yararlı bir faaliyet olarak gösterebilir. Suçluya yaygın bir kişilik vererek, suçluyu cana yakın, sempatik bir kişi olarak sunabilir. Adaletten kurtulmanın kolay olduğunu telkin ederek; adalet mekanizmasını ve polisi gülünç şekillerde gösterip, suçun ve suçlunun adeta reklâmını yapma gibi bir rol üstlenebilir. Televizyon ve radyoda yayınlanan reklâmlar çocuklar hatta yetişkinler üzerinde olumsuz etki yapabilmektedir. Tüketim toplumunun temelini oluşturan reklâmlar daima ve daha fazla yeni gereksinmeler yaratmaktadır. Çocuk doğası gereği gerçek gereksinmelerini, gerçek olmayan gereksinmelerinden ayırt edemeyebilir. Reklâmlardan olumsuz etkilenme gelir düzeyi düşük ailelerde daha fazla görülebilir. Ancak bu durum, gelir düzeyi düşük olan ailelerin çocuklarının mutlaka suç işleyeceği ya da suça kolayca yönlendirilebileceği anlamına gelmemelidir. Ekonomik yönden fakir olarak kabul edilen birçok ailenin çocukları suç işlemezken, maddi durumu iyi ailelerin çocuklarının suça karışması bu yargıyı desteklemektedir. Çocuk suçluluğunda etkili olan, ailenin gelir düzeyinin düşüklüğü değil, çocuğun bunu nasıl algıladığıdır. Son zamanlarda özellikle gelişmiş ülkelerde birçok gencin otomobil, motosiklet ve büyük mağazalardan tıraş losyonu, sabun, kazak vb. şeyler çaldıkları için mahkeme önüne çıkmalarında reklâmların önemli bir rolü vardır. Şiddet içeren filmleri izleyenler geçici bir sürede olsa da filmin etkisinde kalabilmektedirler. Ülkemizde Radyo Televizyon Üst Kurulu çocuk gelişimini olumsuz yönde etkileyecek tarzda yayın yapan medya kurumlarına uyarılar vermekte, uymayanlara ise cezai yaptırımlar uygulamaktadır (Öter 2005).

2.2.6. Göç ve gecekondulaşma

Göç; ekonomik, sosyal veya siyasal nedenlerle bireylerin yer değiştirmesidir. Yer değiştirmeler aileler ve özellikle küçük çocuklar ve yaşlı kimseler için baskı nedeni olmakta, çoğu zaman yeni bir çevreye uymada ve yeni dostlar edinmede zorluk yaratmaktadır. İç göçler beraberinde bazı sosyal sorunları da getirebilmektedir. Bu süreç içinde artan gecekondulaşma, kentsel hizmetlerin aksaması, işsizlik, göç edenlerin topluma uyumsuzluğu, şehir kültürüne yabancılık ve kültürler arası çatışma gibi sorunlar yaşanmaktadır (İçli ve Özcan 1992, Hancı vd. 1993).

Sahte kentleşmenin getirdiği yetersiz imkanlar ve anomi (düzensizlik, karmaşa) suç işlemede etken olabilmektedir. Göç nedeniyle kültürel farklılıklar, düşmanlık ve gerginlik meydana gelmektedir. Bu kültür çatışması en çok genç kuşakları etkilemektedir. Kente ailesiyle birlikte ya da tek başına gelen çocuk yeni çevresinde farkına vardığı heyecanlı, serüvenli, renkli bir hayatı düşleyecek ve elde etmeye çalışacaktır. Kentte kavuşacağını sandığı eğlence, macera, şöhret ve zenginlik beklentisinin yanında, yetersiz eğitim ve yetenek eksikliği gibi nedenlerle arzuladığı iş ve geleceği elde edemeyeceği düşüncesine kapılan çocukların, kentte değişen geleneksel aile törelerinin çocuğu koruyan yaptırım gücünün zayıflaması, ailenin sosyal kontrol fonksiyonunu yerine getirebilecek başka kurumların olmaması nedeniyle suça daha kolay yönelme olasılığı büyüktür (İçli ve Özcan 1992, Hancı vd. 1996).

Kent yaşamına hazır olmayan çocuklar bir yandan da dışarıdan göç edenlere karşı kentlilerin önyargıları yüzünden soyutlanmaktadır. Bu uyumsuzluklara tepki olarak kendini kanıtlama, kentli yaşıtlarına özenme ve otoriteye baş kaldırma gibi etkenler özellikle çocukları suça yöneltmektedir. Toplumsal yalnızlık çeken ailede çocuk suçluluğu çoğunlukla bir baş kaldırma ve çevreye karşı çıkma girişimi olarak belirmektedir. Göçlerin ve gecekondulaşmanın büyük şehirlerde sosyal gerilimlere, sosyal gruplar arası çatışmalara, sonuç olarak özellikle mala yönelik suçların artmasına neden olduğu belirtilmektedir. Kentlerdeki yaşam koşullarının zorluğu etraflarını saran gecekondu bölgelerine yansımaktadır. Geleneksel aile çevreye direnemez olduğunda gevşeme ve serbestleşme olmakta, bunu hisseden çocuğun ilk tercihi sokak olmaktadır. Ekonomik güçlükler nedeniyle çocukların okula gönderilmeleri ikinci planda kalmakta, ekonomik yönden aileye katkıda bulunma zorunluluğu onların öğrenim çağında para kazanma çabası içinde bulunmalarına sebep olmaktadır. Sonuçta çocuklar ya ayakkabı boyacılığı, hamallık, midyecilik gibi niteliksiz işler yapmakta ya da dilencilik, tombalacılık, kaçak sigara satma gibi işlere karışmaktadırlar. Çocuğun erken yaşta çalışmak zorunda kalması hem eğitimini aksatmakta, hem de iş çevresinde zararlı alışkanlıklar kazanabilmesine yol açmaktadır (Gürpınar vd. 1994).

Göç olayını yaşayan çocuklar daha çok hırsızlık ve yaralama suçlarını işlemektedirler. Yaralama suçlarının toplumsal uyumsuzluk kaynaklı olduğu düşünülmektedir. Hırsızlığın ilk planda olmasında ise daha çok ekonomik zorlukların ve çocuğun ihtiyaçlarını karşılayamamasının etkili olduğu düşünülmektedir. Gerçekte nedenlerin ve tehlikenin en büyüğü anne babanın sevgi, şefkat ve bakımından yoksun olmaktır. Hırsızlık yapan çocuk bu yolla maddi gereksinimini gidermekten çok, ailenin ve okulun denetiminden uzak kalmanın verdiği bir başıboşluk içinde suça yönelmekte, sevgi ve sevecenlik eksikliğini gidermek için bu yola başvurabilmektedir (Hancı vd. 1993).

Kaynak: Gülümser Gültekin Akduman. Suça Karışan 12-15 Yaş Grubundaki Çocuklarda Akran İstismarı Ve Kendilik Algısının Karşılaştırmalı Olarak İncelenmesi. Basılmamış Doktora Tezi. Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Ev Ekonomisi (Çocuk Gelişimi Ve Eğitimi) Anabilim Dalı, Ankara, 2007. Sf. 3-15.

« Önceki MakaleSonraki Makale »

Yorum yapabilmek için üye girişi yapınız veya facebook hesabınız ile yorum yapın.



 1. Psikolojik Danışmanın Önlük Giymesi Uygun Olur mu?

Evet giymesi gerekir
% 19

Hayrı giymemesi gerekir
% 73

Fikrim Yok
% 7

Toplam Tekil Hit: 3152615
Toplam Çoğul Hit: 22525498
Kimler Online ?
19 Ziyaretçi, 0 Üye
En son üyemiz H.HOCA, Hoşgeldiniz.

Copyright © Turkpdr.com | 2010 | Bu sitede yer alan içerikler kaynak gösterilmeksizin kopyalanamaz ve yayınlanamaz